Kurtderesi geride kaldı, Yeşildere susuzluğun pençesinde inliyor, Yollarbaşı nefes nefese çırpınıyor; şimdi de Ayrancı Barajı ölüm döşeğinde. Bir zamanlar bölgenin bereket kaynağı olan barajlar kuruyor, dereler yatağını terk ediyor, göletler çamura saplanıyor. Su, bu toprakların damarlarındaki candı; şimdi o damarlar tek tek kurutuluyor.

Peki, siyaset meydanlarında ne oldu? Gerçekten bir çözüm mü bulundu? Hayır!

Kürsülerde nutuklar atıldı, hamaset edebiyatı satıldı. Kimi “şöyle çözeceğiz” diye masal anlattı, kimi “böyle yatırım yaptık” diye böbürlendi. Fakat ortada manzara açıktır: Barajlar dolmadı, dereler akmadı, tarlalar yeşermedi. Çiftçinin yüzü gülmedi, toprağın bereketi dönmedi. Kuruyan sadece toprak değildi; insanın vicdanıydı, umuduydu, yarınıydı.

Bugün barajlar can çekişirken siyasetçiler hala vitrinlerini süslemekle meşgul. Derelerin kurumasını görmezden gelenler, kürsüde “millet için çalışıyoruz” masalı anlatıyor. Oysa herkes biliyor ki millet için değil, kendi ikballeri için çalışıyorlar. Toprağın çığlığına kulak tıkayıp beton projelerle övünmek, halkın yarasına tuz basmaktır. Milletin alın teriyle yapılan barajlar susuzluk anıtına dönüştüyse, bunun adı beceriksizlik değil; göz göre göre yapılan ihmaldir.

Hz. Ömer’in adaletini hatırlayın:

“Dicle kenarında bir koyunu kurt kapsa, hesabı Ömer'den sorulur” diyecek kadar hassas, kul hakkına titreyen bir anlayış vardı. Bugün ise tam tersi yaşanıyor; çıkar odakları suyu yutuyor, emeği kurutuyor, halkın hakkını hiçe sayıyor. Hesap soracak makamlar suskun, vicdan terazisi bozulmuş, milletin ahı göğe yükseliyor.

Bu topraklar sadece ekmeğin, rızkın değil; aynı zamanda alın terine sinmiş duanın, sabırla yoğrulmuş imanın mekânıdır. Susuz bıraktığınız her tarla, aslında edilen duaların karşılıksız bırakılmasıdır. Unutmayın ki yağmurun rahmeti de, toprağın bereketi de Allah’ın takdirindedir. Siz emanete ihanet ettikçe, bereket elinizden kayacak, rahmet sizden uzaklaşacaktır. Çünkü kul hakkı göğe yükselir, gök ise adaletle karşılık verir.

Atalar “Emanet ehline verilir” demiştir. Fakat görüyoruz ki makam koltuklarına oturanların ne emanete sahip çıkacak ehliyeti vardır ne de sorumluluk bilinci. Koltuklarında oturdukça ağırlaşmaları gerekirken, rüzgârda savrulan yaprak gibi hafif ve boş görünüyorlar. Milletin yükünü omuzlamak yerine sırtına yük oluyorlar.

Sözün özü:

Su gibi aziz olanı hoyratça harcadınız.

Toprağın bereketini boğdunuz.

Bu milleti bir damla suya muhtaç ettiniz.

Bugün halk susuzluktan kıvranırken, tarlalar çoraklaşırken, barajlar can çekişirken siz hâlâ kürsülerde nutuk atıyorsunuz.

Ama unutmayın: Her kuruyan dere, her çatlayan toprak, her boşa giden alın teri sizin yakanıza yapışacaktır.

Bir gün gelecek; millet kendi susuzluğunun hesabını soracak.

O gün ne koltuklarınız ne de hamaset dolu sözleriniz sizi kurtaracak.

Çünkü milletin ahı, kuruyan toprağın çığlığından daha ağırdır; o ağırlığın altında ezilmekten kurtuluş yoktur.

Kuruyan toprak affetmez; bu milletin ahı, gün gelir barajlardan taşar, sizi boğar!