Belgesel hayattır

İtiraf edeyim, jüri üyeliğini yapmadan önce TRT Belgesel Ödülleri’nin bu kadar önemli olduğunu bilmiyordum...

Bu yıl 5’incisi düzenlendi.
Bugüne kadar organizasyonlardan gelen jüri tekliflerini hiç kabul etmedim.
Ancak TRT Belgesel’ciler geçen ay arayınca, belgesel izleme fikri heyecanlandırdı beni ve jüri üyesi olmayı hemen kabul ettim.
TRT Belgesel Günleri, 9-13 Mayıs günleri arasında gerçekleşti bu yıl.
54 ülkeden 431 belgesel katıldı.
TRT çok ciddi bir yol kat etmiş bu konuda, gözlerimle tanık oldum ve çok sevindim.
Mısır’dan, Çin’den gelen davetlilerle, yönetmenlerle, televizyoncularla konuştum.
Hepsi o kadar çok önemsiyordu ki ödül törenini.
Ve hepsi burada olmaktan çok mutluydular.
Ulusal profesyonel kategoride birbirinden güzel belgeseller izledik.
Ve birincilik ödülü, göçebe bir topluluk olan Domlar’ı anlatan “Dom” belgeseline gitti.
İkincilik ödülü, “Boğaziçi Balıkları” ve dünyaca ünlü bale sanatçımız Meriç Sümen’i anlatan “Tutku” adlı belgesel arasında bölüşüldü...
Üçüncü ise “İskoçya’dan Gelen Arma” oldu.
Benim gönlümde yatan, birinciliğin bu belgesele gitmesiydi ama olmadı.
Çanakkale Savaşı’nda yaralı Türk askerlerini taşıyan ve batan geminin armasının nasıl İskoçya’ya gittiğini...
Sonra o armaya sahip olan İskoç ailenin onu nasıl İstanbul’daki Deniz Müzesi’ne gönderdiğinin çarpıcı hikâyesini anlatıyordu belgesel...
Bu belgeselleri izledikçe “İyi ki jüride yer almışım” dedim.
Belgesel filmlere olan merakım ve ilgim iki kat arttı.
TRT çok önemli bir şey gerçekleştiriyor hem bu ödül töreni hem de belgesel günleriyle...
Emeği geçen herkesi kutlarım.

Susun artık!

20 yaşında gencecik bir taraftar ölmüş, Sabri’yle Volkan hâlâ ağız dalaşında...
Sahada yaptıkları çirkinlik yetmemiş gibi hâlâ tartışmayı sürdürüyorlar.
Yok anama küfretti...
Yok avradıma sövdü...
Yok boğazımı sıktı...
Yok manikürcüye gitsin falan...
Çıkıp da kamuoyundan açık açık özür dileyeceklerine utanmadan hâlâ laf salatası yapıyorlar...
Ölen taraftar kardeşiniz olsaydı, çocuğunuz olsaydı aynı şeyi yapmaya devam eder miydiniz?
Yoksa oturup saygıyla yas mı tutardınız?
Yapmanız gereken yan yana gelip kamuoyundan özür dilemekti, cinayetten duyduğunuz üzüntüyü dile getirmekti...
Belki aileye taziyeye gitmekti...
Bunu yapamıyorsunuz, bari susun.
Lütfen susun...
Hanginizin haklı olduğu hiç umurumuzda değil çünkü...

Angelina’yı daha çok sevdim

Angelina Jolie’yle tanışabilmek için sadece iki günlüğüne Los Angeles’a gitmeyi bile göze almıştım...
Hem kadın olarak bayıldığım...
Hem oyuncu olarak beğendiğim için...
Sonra anne olarak da takdir ettim...
Göğüslerini aldırdığını öğrendik.
Yüzde 87 oranında kanser riski taşıdığı için iki göğsünü de aldırmış.
Bunu saklamak, gizlemek yerine de tüm insani duygularıyla kamuoyuna açıklamayı tercih etti.
“Çocuklarımı annesiz bırakmak istemiyorum” dedi...
“Zor bir karardı” dedi...
“Kadınlığımı etkileyeceğini sanmıyorum” dedi...
“Brad (Pitt) hep yanımdaydı” dedi...
Her şeyi tüm çıplaklığıyla anlattı...
Kadınlara “Uzmanlardan bilgi alın” önerisinde bulundu.
Bunun üzerine, “Bizim oyuncular hastalıklarını hiç konuşmazlar” gibi salak bir cümle kurmayacağım elbette...
Hastalık bu, isteyen konuşur, isteyen konuşmaz.
Başına gelmeden bilemezsin.
Ama dişiliğiyle hep dikkat çekmiş dünyaca ünlü bir oyuncunun dişiliğiyle ilgili bir meselede böylesine şeffaf olması, ona olan sevgimi katladı.